BESMELE

بسم الله الرحمن الرحيم


26 Mart 2012 Pazartesi

İradenin çeşitleri

Allahın iradesi iki kısma ayrılır:
1 - Emir ve Yasama (teşri) iradesi
2 - Kaza ve takdir iradesi.
Birinci Kısım: Bu irade itaatlere taalluk eder, isyanlara değil. Bu itaatin gerçekleşip gerekleşmemesi farketmez.
“Allah size açıklamak ve sizi, sizden öncekilerin yollarına iletmek ve sizin günahlarınızı bağışlamak istiyor.” (Nisa, 26)
“Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez.” (Bakara, 185)
İkinci Kısım: Takdir iradesi. Bu irade bütün varoluşları kapsar. Bütün hadiseleri kuşatır. İlk anlamıyla değil, ama bu anlamıyla alemden yapmakta olduklarını irade eder.
Nitekim aşağıdaki ayetlerde buna işaret edilir:
“Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslâma açar; kimi saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır.” (En’am, 125)
“Eğer Allah sizi azdırmak istiyorsa, ben size öğüt vermek istesem de, öğüdüm size fayda vermez. O sizin rabbinizdir.” (Hud, 34)
Ayrıca müslümanların kullandığı sözlerden biri olan:
“Allah’ın dilediği olur, dilemediği de olmaz” sözü de bu anlamı ifade eder. Bunun örnekleri çoktur.
Bu irade meydana gelen itaatleri de isyanları da kapsar, ama meydana gelmeyenleri değil. Fakat ilk irade, meydana gelsin veya gelmesin bütün itaat ve isyanları kapsamına alır.
Mutlu olan kimse, takdiri olarak kendisi için irade edilen şeyle, teşrii olarak irade edilen şey, aynı olan kimsedir.
Mutsuz, bedbaht kul ise, teşrii olarak kendisinden istenmeyen şey takdiri olarak istenen kimsedir.
Hüküm, bu iki iradenin uyuşması esasına göre cereyan eder. Amellere bu iki gözle bakan kimse basirdir (gerçek görendir).
Ama bir kimse kaderi görse şeriatı görmese veya şeriatı görüp kaderi görmezse, onun tek gözü kördür.
Tıpkı şöyle diyen Kureyşliler gibi:

“Allah dileseydi ne biz ortak koşardık ne de atalarımız . Hiçbir şeyi haram kılmazdık.”,  (En’am, 148)
“Onlardan öncekiler de aynı şekilde yalanladılar ve sonunda azabımızı tattılar. De ki: Yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz.” (En’am, 148)
Çünkü bunlar, Allah’ın varlığını ve oluşunu dilediği her şeyin -takdiri irade olarak- O’nun emrettiği ve razı olduğu şey olduğuna inanırlar, şer'i irade olarak değil.
Sonra da, gayrı meşru -şer'i iradeye aykırı- şirklerinin, Allah’ın varlığını dilediği bir şey olduğunu düşündüler.
“Bunun üzerine dediler ki: Demek ki Allah bundan razıdır ve bunu emretmiştir. Onlardan öncekiler de aynı şekilde yalanladılar.” (En’am, 148)
Onlardan öncekiler emir ve yasaklardan oluşan yasalar uydurdular.
“Sonunda azabımızı tattılar. De ki: Yanınızda bize açıklayacağınız bir bilgi var mı? ” (En’am, 148)
Allah’ın şirki yasalaştırdığına ve haram kıldığınız şeyleri haram kıldığınıza dair elinizde bir belge var mı?
Bu hususta “Siz zandan başka bir şeye uymuyorsunuz.” O da şu vehminizdir: Allah takdir ettiği her şeyi aynı zamanda meşru da kılmıştır.
“Siz sadece yalan söylüyorsunuz.” Yalan söylüyorsunuz, Allah’ın şeriatını iptal ederek O’na iftira atıyorsunuz. “De ki: Kesin delil, ancak Allah’ındır.” (En’am, 149)
Mahlukata karşı kesin kanıt Allah’ın elindedir. Çünkü onlara Resuller göndermiş, onları birliğine ve şeriatına davet etmiştir. Bununla beraber bütün insanların hidayete ermesini ve şeriatına uymasını dilememiştir. Ancak O, dilediği bazı kimselere lütufta bulunur, bir bağış ve ihsan olarak onları doğru yola iletir. Çünkü tercih yapıp üstün olanı belirleme hakkına ve yetkisine sahip kimse, dilerse bu yetkisini kullanır, dilerse kullanmaz. Şu halde haram kıldığı şeyle ilgili tercihini terk etmiş olması O’nun adaletinin bir gereğidir. Bu hususta sonsuz hikmeti de vardır.
Aynı zamanda Allah, insanları şer'i emrine ve iradesine karşı çıktıklarında cezalandırır ve bu karşı çıkış takdiri iradeyle olsa dahi. Çünkü kader, günahı, isyanı öngördüğü gibi, bunların cezalandırılmasını da öngörür. Tıpkı yüce Allah’ın geride acılar bırakan bir takım hastalıkları kulları için takdir etmesi gibi. Şu halde hastalık gibi acı da O’nun takdiri iledir. Dolayısıyla bir kul:
“Daha önce günahla ilgili irade söz konusu olduğu için, işlediğim günahtan dolayı cezalandırılmam, derse, bu, tıpkı bir hastanın:
Daha önce hastalık irade edildiği için acı çekmeyeceğim.” demesine, ya da “ateş yemekle ilgili irade daha önce geçmiştir, bu yüzden içim pişmeyecektir” veya:
“Vuruş daha önce olduğu için vurulan kimse acı duymaz” demeye benzer. Bu, cehaletin bir göstergesi olmasının yanısıra kişiye herhangi bir yarar da sağlamaz. Tam tersine kaderi gerekçe göstermesi ikinci bir günahtır ve bundan dolayı bir kez daha cezayı hakkeder.
Nitekim daha önce İblis kaderi gerekçe göstermişti:
“Beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara günahları süsleyeceğim.” (Hicr, 39)
Adem ise şöyle demişti:
“Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (Araf, 23)
Allah bir kimsenin mutlu olmasını dilerse, ona Adem’in (a.s.) -veya benzerlerinin- dediği sözleri demeyi ilham eder.
Bir kimsenin de mutsuz ve bedbaht olmasını dilerse, o da İblis ve benzerlerinin ileri sürdüğü gerekçeye sarılır. Böylece kızgın çölde sıcaklıktan kavrulan kimseye ücret olarak ateş verilmesi durumuna düşer. (Yağmurdan kaçarken doluya yakalanmak gibi)
İblis ve onun mantığına sahip kimselerin durumu şuna benzer:
Bir adamın evine bir ateş kıvılcımı düşer. Aklı başında olan insanlar ona derler ki:
Bu kıvılcımı söndür ki, evin tamamen yanmasın. Fakat o şöyle der:
Bu da nereden çıktı?
Şu rüzgar bu kıvılcımı evime düşürdü. Benim bunda bir kabahatim yok...
O bu bahanenin ve mazeretin arkasına sığınıp bir şey yapmamasını haklı çıkarmaya çalışırken kıvılcım yavaş yavaş kora, ardından aleve dönüşür ve içindekilerle birlikte bütün evi yakar.
İşte günahların vebalini kadere yıkmaya çalışan insanın durumu budur. Günahlardan istiğfar edip özür beyan edeceğine kendini masum ve haklı göstermeye çalışır. Aslında onun durumu, işlediği bu günahtan dolayı ötekinden daha kötüdür. Çünkü kıvılcımın meydana gelen olayda herhangi bir sorumluluğu da yoktur.
Yüce Allah bizi ve sizi ve diğer kardeşlerimizi sevdiği ve razı olduğu şeyleri yapmaya muvaffak kılsın. Çünkü O’nun yardımı olmadan O’na itaat etme düzeyine erişilemez. O’nun koruması olmadan da O’na isyan durumu terkedilemez.
Allah herkesten daha iyi bilir.
İbni Teymiyye

Hiç yorum yok: